Uzun yıllar önce, Türkiye ve İsrail, Ortadoğu’nun en demokratik iki ülkesiydi. Bu iki ülkede demokrasi seviyesi batı Avrupa ülkeleri kadar ileri olmasa da, Ortadoğu’daki diğer ülkelerin tamamından daha ilerideydi.
İki ülkede de, çok partili serbest seçimli düzen; yargı bağımsızlığı; yasama, yürütme, yargı arasında güçler ayrılığı; düşünceyi ifade, medya, örgütlenme özgürlüğü; laiklik, Ortadoğu’daki ülkelerin tamamından daha gelişmiş bir durumdaydı.
Ancak Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan’ın önce başbakan sonra cumhurbaşkanı seçilmesiyle, İsrail’de de Binyamin Netanyahu’nun başbakan seçilmesiyle, her şey ters yüz oldu, Türkiye ve İsrail, Ortadoğu için örnek ülkeler ve umut olmaktan çıktılar.
Erdoğan Türkiye’de teokratik bir diktatörlük rejimi kurdu, Netanyahu da İsrail devletini bir uluslararası suç örgütüne çevirdi; yaklaşık 50 bin Filistinliyi katletti, Filistin topraklarını yeniden işgal etti, Filistinlileri göç etmeye zorladı.
Bu durum iki ülkenin arasındaki yakın ilişkilerin ve işbirliğinin gerilemesine neden oldu.
***
Netanyahu hükümeti geçtiğimiz hafta sonu da İran’a saldırarak, Ortadoğu’yu yeniden bir savaş alanına çevirdi.
Daha önce, ABD ile birlikte ve Türkiye’nin de desteğini alarak, kendisine yönelik tehdit olarak gördüğü Irak, Suriye ve Libya’da iç savaşlar çıkartan, bu ülkelerdeki yönetimlerin yıkılmasını sağlayan İsrail, şimdi de İran hükümetini yıkmak için doğrudan saldırıya geçti.
Irak, Suriye, Libya’da yıkılan hükümetlerin diktatörlük oldukları konusunda bir kuşku yok. Ancak bu hükümetler yıkıldıktan sonra bu ülkelerde yaşanan iç savaşlarda yüz binlerce insan yaşamını yitirdi, bu ülkeler din, mezhep ve etnik kimlik üzerinden parçalandı, bu ülkelerde ulusal bir devlet kalmadı.
Şu anda aynı tehlike İran için de söz konusudur.
İran’daki teokratik diktatörlük yönetiminin yıkılması elbette İran halkının yararınadır.
Ayrıca İran yıllardır, Irak’ta, Suriye’de, Lübnan’da, Yemen’de, Tacikistan’da, Filistin’de dinci, mezhepçi ve yayılmacı bir anlayışla, bu ülkelerin içişlerine müdahale etmektedir, bu bağlamda, anti-emperyalist olmadığı gibi, aksine, teokratik bir emperyalizmi temsil etmektedir.
Ancak, dış ülkelerin müdahalesiyle yönetimlerin yıkılması hiçbir zaman olumlu sonuçlar doğurmadığı gibi, İran’daki yönetimin yıkılması durumunda, onun yerine gelecek yönetimin daha iyi bir yönetim olup olmayacağı, ayrıca İran’ın ulusal bütünlüğünü ve devlet olma özelliğini koruyup koruyamayacağı ve Irak, Suriye, Libya gibi parçalanıp parçalanmayacağı, belirsizliğini korumaktadır.
İran’da birçok farklı etnik kimlik yaşamaktadır. Farsiler/Persler, Azerbaycan Türkleri ve Kürtler bu etnik kimliklerin içinde en kalabalık olanlarıdır. Bir yandan Kürtlerin bir yandan da Azerbaycan Türklerinin ayrılıkçı hareketlere girişmeleri durumunda, İran iç savaşa sürüklenebilir.
Ayrıca bu gelişmeler, Suriye’deki gelişmelerle birlikte ele alınacak olursa, Ortadoğu’da bir Kürdistan devletinin kurulmasının yolunu açabilir, bölgedeki istikrarsızlığı genişletir.
***
İran için temel soru şudur: İran’daki teokratik diktatörlüğün yıkılması durumunda, İran’da, İran’ın ulusal bütünlüğünü koruyabilecek, İran’ın bölünmesini ve parçalanmasını engelleyecek, İran’ın ABD-İsrail emperyalizminin uydusu haline gelmesini önleyecek, İran’ı demokratik ve laik bir ülkeye dönüştürebilecek bir yönetim kurulabilir mi?
İsrail’in müdahalesiyle ve ABD’nin koruması altında kurulacak bir yönetimin, İran’da bu koşulları sağlayamayacağı açıktır.
Bu nedenle İranlılar, kendi geleceklerini kendileri kurmalıdırlar, kendi sorunlarını kendileri çözmelidirler.
Türkiye’deki AKP hükümeti, sınır komşusu olan İran’da bu doğrultuda bir politika uygulamalıdır.
Aksi halde AKP iktidarı, İran’a çok büyük bir kötülük yapacağı gibi, Türkiye yeni bir kitlesel göç akımıyla karşılaşacağı için, Türkiye’ye de çok büyük bir kötülük yapmış olacaktır.