Dünyada sanayi devrimleri ardı ardına yaşanırken, Türkiye hâlâ 3.0
aşamasında. Yani hâlâ tam otomasyon sağlanamamış, dijitalleşme sınırlı, yapay zekâ gibi teknolojiler sanayiye entegre edilememiş durumda. Oysa
dünya 5.0’ı konuşuyor. Japonya, insansız fabrikaları, robotlaşmayı, yapay zekâ destekli
üretimi çoktan devreye aldı.
Peki, Türkiye bu yarışta geri
mi kalacak? Kalabilir. Ama bu,
ülkenin kalkınamayacağı anlamına gelmiyor. Türkiye, belki
sanayide 5.0’ı yakalayamayabilir. Ancak tarımda, hayvancılıkta, gıdada ve biyolojik zenginlikte öyle bir potansiyele sahip
ki, kendi kalkınma modelini sıfırdan yazabilir.
Türkiye, Avrupa’nın en büyük tarım arazilerine sahip ülkelerinden biri. Dört mevsimi aynı anda yaşayan, 7 tarım
bölgesine sahip ender ülkelerden. Bitki çeşitliliği açısından
Avrupa’nın tamamından daha
zengin. Hâlâ kendi kendine yetebilecek su ve toprak rezervlerine sahip. Hayvancılıkta bin
yıllık geçmişi olan bir coğrafya.
Bu ülke sadece kendi halkını
değil, en az iki katını besleyebilecek kapasiteye sahip.
Bu potansiyelin farkında mıyız? Hayır. Peki, kullanıyor muyuz? Maalesef hayır.
GIDA YENİ NESİL GÜÇ ARACI OLACAK
Sanayi 4.0 ile birlikte, ucuz
işgücünün bir anlamı kalmıyor.
Artık robotlar çalışıyor. Ama
robot yemiyor, insan yiyor. Bu
nedenle gelecekteki en stratejik güç gıda olacak. Dünya Bankası, IMF, hatta teknoloji devleri bile artık gıda savaşları ve
kıtlık senaryoları üzerine raporlar hazırlıyor. Çünkü pasta büyüse bile, dilimler sadece
zenginlere gidiyor. Açlık artık
bollukla değil, adaletle ilgili.
TARIM 5.0: TÜRKİYE’NİN GERÇEK ÇIKIŞ YOLU
Türkiye sanayide değil, ama
tarımda 5.0’ı yakalayabilir. İngiltere bundan yıllar önce, bir
tarlayı insansız biçimde ekip
biçti. Traktör yok, işçi yok. Her
şeyi yazılım ve drone araçları yönetti. Türkiye neden yapamasın?
Bunun için:
– Üniversite-sanayi-tarım işbirliği kurulmalı.
– Tarımda dijitalleşme hızlandırılmalı.
– Çiftçiyi toprağa döndürecek
sosyal ve ekonomik teşvikler
sağlanmalı.
– Veteriner hekimler, ziraat mühendisleri yeniden sahaya inmeli.
– Tarım liseleri, meslek yüksekokulları ara eleman olarak
istihdam edilmeli.
– Kırsal kalkınma, sadece
köylere yol yapmak değil; kırsal bilgiye yatırım yapmak anlamına gelmeli.
Ve en önemlisi; tohum politikası değişmeli.
TOHUM EGEMENLİĞİ VE GIDA GÜVENLİĞİ
Bugün Türkiye’de çiftçi, her
yıl yurtdışından gelen hibrit tohuma bağımlı. Ektiği tohumu
bir sonraki yıl kullanamıyor.
Oysa bu topraklarda, yüzyıllardır doğaya uyum sağlamış yerli
tohumlarımız var.
Yerli tohum kuraklığa dayanıklı, bölgesel hastalıklara dirençlidir; ilaçsız da ürün verir.
Genetik mirasımızdır, geleceğimizdir. Yerli ırk hayvanlar da
öyle. Belki ithal hayvan kadar
süt vermezler ama dayanıklıdır,
az yemle yetinirler, hastalıklara
dirençlidirler. Bizi ithal ilaçlara,
yeme, aşıya muhtaç etmezler.
MİLLİ POLİTİKA OLMALI
Bu çarpıcı kıyaslama bile bize bir şey anlatmalı. Gelişmiş
ülkeler bilgiye, teknolojiye, veriye yatırım yapıyor. Bizim ise
en güçlü olduğumuz alan hâlâ
toprak. Teknolojiyi tarıma entegre ettiğimiz anda, Türkiye
gıda devi olur.
Gıda, tohum, hayvancılık ve
su politikaları artık birer milli güvenlik politikası olarak ele
alınmalı. Türkiye’nin geleceği
Silikon Vadisi olmaktan geçmiyor. Türkiye’nin gerçek şansı:
Bereketli Hilal’in modern yüzü olmak.
GEÇMİŞİN BEŞİĞİ GELECEĞİN ANAHTARI
“Bereketli Hilal” tarih boyunca tarımın, yerleşik yaşamın,
medeniyetin doğduğu topraklar… Dicle ile Fırat arasında kalan bu hilal şeklindeki coğrafya bugün de insanlığı doyurabilecek güçte. Türkiye, bu hilalin
tam merkezinde. Tarımı terk
ederek değil, tarımı yükselterek kalkınabiliriz. Bereketli Hilal bizim yolumuz