Gerçi hiçbir günün sabahı o günün
akşamına uymayan bir dünyada
yaşıyoruz. Gün batmadan
gündem bazen sayısız defa değişiyor.
Ama o gürültü patırtı arasında bazı
önemli konuları da gözardı ediyoruz.
Önemli diyorum çünkü zihnimdeki
konu sizin, benim hepimizin sağlığını
çok yakından ilgilendiriyor. Ama (sevgili
Uğur Dündar dışında) kimsenin ele
aldığına ve gündeme taşıdığına ben
tanık olmadım:
Üstelik toplum sağlığı yönünden çok
önemli olduğunu söyledim ama en az
onun kadar önemli bir başka yönü daha
var:
Ülkemizin güvenilirliği ve itibarı
açısından da son derece önemli:
Yediğimiz, içtiğimiz ve başka ülkelere
de ihraç etmek isterken rezil olduğumuz
ilaçlı ürünlerden söz ediyorum:
Gazetelerde ikide bir haberleri
örüyoruz. Kaynak ismi ve tarih
vermeden birkaç örneği aktarmak
isterim:
– “Tarım ürünleri zehir mi saçıyor?”
– “Çocukların lokmalarına gizlenen
zehir: Pestisitler. ”
– “Hayatımız askıda.”
– “Uzmanlardan ‘Pestisitte asıl felaket
iç pazarda!’ uyarısı”.
– “Türkiye sahte üründe Çin ile zirveyi
paylaşıyor.”
– “Yediğimiz, giydiğimiz zehir!”
– “Sahte içki kâbusu felakete
dönüştü.”
– “Sahte içki kâbusu bitmiyor.”
Bunlar geride kalan son şubattan son
mayısa kadar yayımlanmış olanlardan
bazıları. Aslında çok böyle çok haber
var. Ama dinleyen de “Bu halkın
sağlığını korumak da bizim -iktidarın-görevimiz” deyip de konunun üstüne
giden yok.
Hoş sadece bugün değil, eskiden de
halkın sağlığını gerçekten dert edinen
iktidar gördüğümüzü söyleyemeyiz.
Aklıma birkaç örnek geliyor:
26 Nisan 1986’da Sovyetler
Birliği’nde, Belarus idari sınırı ile
Dinyeper Nehri yakınlarında bulunan
bir nükleer reaktörde kaza oldu. Bu
santraldan yayılan radyasyon ülkemizin
özellikle Orta ve Doğu Karadeniz
bölgesinde yetişen ürünlerde çok
yüksek oranda radyasyon tespit edildi.
Rakamları yanlış anımsamadığımı
sanıyorum: 90 bin ton çay ile 120
bin ton fındığın “ışınla kirlenmiş”,
(contaminated) hale geldiği ve imha
edilmesi gerektiği ileri sürüldü. Hatta
tarihte ürünlerimiz sağlığa zararlı
düzeyde kirlendi mi yoksa tüketilebilir
mi tartışmaları yapılırken sorumlu bakan
merhum Cahit Aralradyasyonlu dediği
bir bardak çayı kameralar önünde
içmişti.
Neticede ne oldu?
Ne fındığın ne de çayın imha
edildiğine dair güvenilir bir açıklama
yapıldı. O ürünlerin, bir yere ihraç
edildiğini de duymadık. Sonuçtan
hiç haberimiz olmadı ama iktidarımız
hepsini bize yedirdi ve içirdi hükmüne
vardık.
Şimdi Çernobil kadar dünyayı
kokutan bir tehlikeyle karşı karşıya
değiliz ama Çernobil olayında
olduğumuz kadar sahipsiziz.
Gerçi arada bir Tarım ve Orman
Bakanlığı’nın sanki gıda güvenliğimizi
sağlamak için çalışıyorlarmış
gibi açıklama yaptığına, Ticaret
Bakanlığı’nın “güvensiz ürün ihracı”nı
önlemek için verdiği ilanlara tanık
oluyoruz ama hem onlar (yani yetkililer)
hem de biz biliyoruz ki zehir içeren
gıdalar da Çin Cumhuriyeti’yle
şampiyonluk yarışında olduğumuz
güvensiz mal ihracatında da en kötü
ülkelerden biri konumundayız.
Bu konunun, ne iktidarı ne de muhalefeti
var. Yani politikasız bir konu bu.
Biz 86 milyon insanız, kobay değiliz.
Yetkililerden sadece işlerini liyakatle
yapmalarını istiyoruz.