Güney Avrupa’nın kıyısında
minicik bir ülke, Monako.
Geçen hafta basın davetlisi
olarak Paris’ten Monako’ya
doğru yola çıktık. Fransa’da
tren yolculukları oldukça
neşeli geçer, bu yolculuk
Güney Fransa olunca zevkine
doyulmaz. Altı saat boyunca
güzel manzaralar eşliğinde
yolculuğun tadını çıkarmanın
keyfini sürersiniz. Yaptığımız
yolculuğumuz boyunca güzel
manzaralar eşliğinde önce
Nice ve ardından
Monako’ya
varıyoruz.
Monako,
görünen yüzüyle
ultra lüks
otomobillerin,
yatların,
kumarhanelerin ve Formula
1’in ülkesi. Ama bu hafta
Monako’da olmamızın
nedeni, “mavi dünyanın”
korunması. Monako, yalnızca
iki kilometrekarelik bir alan
üzerine kurulu. Ama tarihine
baktığınızda, pek çok büyük
ülkenin bile sahip olamadığı
bir istikrar içinde. Birleşmiş
Milletler nezdinde yapılan
toplantının amacı dünya
okyanuslarının korunmasıydı.
Prens I. Albert’in 19.
yüzyılda başlattığı deniz
araştırmalarını şimdi torunu
Prens II. Albert, BBNJ (Deniz
Biyolojik Çeşitliliği Anlaşması)
kapsamında yürüterek
çalışmaları derinleştirmeye
şekilde öncülük ediyor.
Toplantının diğer bir önemli
ayağı ise 1984’ten bu yana
yani 41 yıl sonra ilk kez Fransa
cumhurbaşkanı, Monaco
Prensliği’ne devlet ziyareti
gerçekleştirmiş olmasıydı.
Fransız lider Emmanuel
Macron, Prens Albert ile
iki gün boyunca yalnızca
diplomatik meseleleri
değil dünyanın pek de
konuşmadığı ama en çok
tehdit altındaki bölgesi olan
okyanusların sorunlarını
gündeme taşıdı. Prens Albert,
“Okyanusların korunması bir
‘iyi niyet’ meselesi değil, bir
zorunluluktur. Okyanusların
en karanlık yerlerinde henüz
tanımadığımız canlıların
yaşam alanı var. Derin deniz
madenciliği,
doğanın en sessiz
canlılarını sessizce
yok ediyor. Bilim
tamamlanmadan
kazma vurulamaz”
diyor. Macron da
“Derinliklerdeki
yaşamı yok ederek yeşil
dönüşüm yapamayız” diyerek
Fransa’nın, okyanusların
korunmasına verdiği değerini
belirtmiş oldu.
DERİN DENİZ MADENCİLİĞİ
Monako, Okyanus
Enstitüsü’nde düzenlenen
etkinlik salonuna girmeden
önce bile atmosfer farklıydı,
deniz bilimciler, çevreciler,
gazeteciler ve diplomatik
temsilcilerle salona akın
ediyoruz, masaların
üzerinde atlaslar, derin deniz
canlılarının fotoğrafları,
ekosistem şemaları… Her şey
bu hassas ve sessiz dünyanın
ne kadar değerli olduğunu
gözler önüne seriyordu.
Toplantının ana gündemi
derin deniz madenciliği
üzerinde yoğunlaşarak sürdü.
Gösterilen bir sunumda,
okyanus tabanındaki 4 bin ila
6 bin metre derinliklerinde
bulunan nadir madenlere
dikkat çekiliyor. Bu
madenler bu günün dijital
teknolojilerinde en çok
ihtiyaç duyulan madenler,
1970’lerde test için yapılan
bir deniz tabanı kazısının
ardından geçen yaklaşık
50 yıla karşın halen doğal
haline dönememiş olduğuna
tanık oluyoruz. Toplantıda
söz alan bir deniz biyoloğu,
derin deniz süngerlerinin 400
yaşında olduğunu anımsatarak
“Mercanlar bin yıl yaşıyor. Biz
henüz onları keşfetmeden yok
etme hazırlığı içindeyiz. Bir kez
bozulan deniz tabanı, yüzlerce
yıl boyunca iyileşmiyor”
ifadelerini kullandı. Bir
başka İtalyan araştırmacı ise
“denizlerin korunmasının
insan yaşamının nefes borusu
olduğunu” dile getirdi.
700 yaşındaki prenslie
Monako, 1861’de Fransa
ile imzalanan antlaşmayla
egemenliğini pekiştirdi. 1911’de
anayasal monarşi halini aldı.
1297’de Grimaldi Hanedanı
tarafından kurulan Monako
Prensliği, 700 yılı aşkın süredir
aynı ailenin yönetiminde. Bu
şehir-devlet, tarih boyunca
Korsika, Fransa, İtalya ve
Akdeniz güçlerinin arasında
denge siyasetiyle varlığını
korumuş.
İki gün süren etkinliğin
sonunda Akdeniz kıyısına
inerek deniz dibindeki
canlıların fotoğrafları
gösteriliyor. Acımasız
kapitalizmin karada yok
ettiği canlıların ardından
şimdi gözünü denizlerin
dibinde yaşayan canlıların yok
olmasına dikmiş olduğunu
bu toplantıda yüreğimize
inercesine iyi anladık.
Fransa’nın sağcı eski
cumhurbaşkanı Nikolas
Sarkozy’nin yıllar önce
kapitalizm üzerine söylediği
“Kapitalizmin ahlakileştirilmesi
artık kaçınılmaz” sözü ne
kadar da yerinde!