Önümüzdeki aylarda cari açıktaki iyileşmenin durması ve hatta bir miktar yükselebileceği öngörülüyor. 2025’te yapısal politikalara daha fazla zaman ve kaynak ayırıp bu kronik sorunu kökten çözmeye çalışmalıyız. Şirket ve hanelerin de sürece en az devlet kadar destek vermeleri gerekiyor
Cari işlemler hesabı, beş ay boyunca verdiği artıdan sonra yeniden açık pozisyona geçiş yaptı. Kasım ayındaki 2.9 milyar dolarlık cari açığın en büyük nedeni ihracatın yavaşlaması oldu. Türkiye’nin toplam ihracatının yüzde 40-42’sini gerçekleştirdiği Avrupa Birliği’nde iktisadi aktivitenin zayıflaması ve TL’nin reel bazda değer kazanması, ihracatı olumsuz etkiliyor. Bununla birlikte aylık ithalat, kasım ayında 27 milyar doların üzerine çıktı. Bu rakam, 2024’ün ilk dokuz ayındaki ortalama ithalat rakamından yaklaşık 1.3 milyar dolar daha fazla.
Sıkı para politikasının başladığı 2023’ün yaz aylarından bu yana, yıllıklandırılmış cari açıkta 48.2 milyar dolarlık düşüş yaşandı. Ancak son aylarda düşüş hızı yavaşladı. Bu beklenen bir durumdu; çünkü cari açığı azaltan konjonktürel etkiler geri çekilirken yapısal unsurlar ön plana çıkmaya başladı.
Önümüzdeki aylarda cari açıktaki iyileşmenin durması ve hatta açık rakamlarının bir miktar yükselebileceği öngörülüyor. TL’deki reel değerlenme ithalatı teşvik etmeye başlarken, euro/dolar paritesindeki değişimler de dış ticaret rakamlarını olumsuz etkiliyor. Bu nedenle 2025 yılında cari işlemler dengesi, 2024’teki kadar olumlu bir seyir izlemeyebilir.
Cari açıkta 2024 yılında yakaladığımız düşüş, büyük oranda konjonktürden kaynaklandı. Ekonomik soğumanın ithalatı frenlemesi ve küresel emtia fiyatlarındaki ılımlı seyir, cari açığı aşağıya çekti. Cari işlemler açığını kronikleştiren yapısal sorunlarımız halen geçerliliğini koruyor. Ekonomik aktivite yeniden ısındığında ve/veya emtia fiyatları arttığında, cari açık yükseliş eğilimine girme riski taşıyor.
Hazır konjonktürün etkisiyle cari açık düşmüşken, 2025’te yapısal politikalara daha fazla zaman ve kaynak ayırıp bu kronik sorunu kökten çözmeye çalışmalıyız. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın bu konuya ilişkin son yıllardaki çabaları gerçekten dikkate değer. Biraz daha omuz vermeye ihtiyaç var. Sorumluluk sadece devlette değil; şirketlerin ve hanelerin de sürece en az devlet kadar destek vermeleri gerekiyor.
MESLEKLERİN GELECEĞİ
Koronavirüsün ardından dünya genelinde emek piyasasında kayda değer bir hareketlilik yaşandı. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu birçok ülkede istihdam rakamları toparlanırken, işsizlik oranı geriledi. Küresel işsizlik oranı, yüzde 4.9 ile 1991 yılından bu yana en düşük seviyesini gördü. Fakat emek piyasasını tehdit eden unsurlar kendini hissettirmeye başladı. Yüksek faiz oranları, yavaşlayan küresel iktisadi aktivite ve ticaret savaşlarına dair artan belirsizlikler, 2025’te işsizlik rakamları üzerinde baskı uygulayabilir. Sadece konjonktürel faktörler değil, yapısal gelişmeler de emek piyasası üzerinde etkili olacak. Bu yapısal değişimlerin başında, yapay zekâ ve otonom robotlar gibi akıllı otomasyon teknolojileri geliyor.
Teknolojik dönüşümler, mesleklerin geleceğinde söz sahibidir. Akıllı otomasyon teknolojileri, önceki dönüşüm dalgalarından farklı olarak sadece düşük vasıflı işleri değil, yüksek vasıflı rutin işleri de etkisi altına alıyor. Dünya Ekonomi Forumu (WEF), bu konuya dair periyodik olarak yayımladığı ‘İşlerin Geleceği Raporu’nun güncel versiyonunu geçtiğimiz günlerde paylaştı. Geleceğin İşleri Anketi katılımcılarının cevaplarından yola çıkarak yapılan projeksiyona göre, önümüzdeki beş yıl içinde 170 milyon yeni iş ortaya çıkacak, 92 milyon iş ise ortadan kalkacak. Ankete katılan işverenlerin cevapları baz alınarak yapılan tahminlere göre, mevcut iş görevlerinin yüzde 47’si ağırlıklı olarak yalnızca insanlar tarafından gerçekleştirilirken, yüzde 22’si teknoloji (makineler ve algoritmalar) tarafından yerine getiriliyor. Yüzde 30’u ise her ikisinin kombinasyonu ile tamamlanıyor. 2030 yılına gelindiğinde ise bu üç kategorinni neredeyse eşit şekilde bölüneceği öngörülüyor.