AKP’li Cumhurbaşkanı
Erdoğanasıl niyetini hiç
gizlemiyor ve zaman zaman
hatırlatıyor. Dün de İslam İşbirliği
Teşkilatı Gençlik Forumu’nda
konuşurken “Dillerimiz, renklerimiz,
mezheplerimiz farklı olabilir. Dünya
görüşümüz, hayat tarzımız farklı
olabilir. Bunların hepsi kıymetlidir,
anlamlıdır. Biz bu kimliklerimizden
önce Müslümanız. Müslümanlık
hepimizin en üst kimliğidir” dedi.
Anayasada yazdığı gibi Türkiye
Cumhuriyeti laik bir devlet
olsaydı, Erdoğan bu şekilde
konuşamazdı. Çünkü dini “üst
kimlik” olarak görmek, ümmetçi
bir yaklaşımdır ve hem laikliğe
hem de ulus devlete karşıdır.
Bu ülkede halkın çoğunluğunun
Müslüman olduğunu belirtmesiyle
birlikte, başka bir dine inananlar
ya da inançlı olmayanlar da
vardır. Bir toplumun üst kimliği,
yalnızca din devletlerinde dindir.
Ulus devletler, laiklik için
verilen mücadeleye koşut olarak
Gökyüzü (Tanrı, inanç) ile Yeryüzü
(devlet, toplum) siyasal alanda
ayrışması sonucunda, yıkılan dintarım imparatorluklarının yerine
kuruldu. Üzerinde yaşadığımız ülke
de bu mücadeleyi bir din-tarım
imparatorluğu olan Osmanlı’nın
yıkılışıyla birlikte, emperyalizme
karşı verilen Kurtuluş Savaşı’ndan
sonra bir ulus devlet olarak kurulan
Türkiye Cumhuriyeti’dir.
CAMİ AVLUSUNDA SİYASET
Erdoğan’ın ümmetçi çıkışlarına
muhalefetin gereken karşılığı
vermemesi ise artık birilerince
alışıldığı anlaşılan bir başka içler
acısı durum haline geldi.
Ama cuma namazı çıkışında
cami avlusunda siyaset yapan ve
adaleti savunurken “Allah katında
en büyük günahlardan biridir,
günahların en büyüğüdür” gibi
söylemlerde bulunan muhalefet
liderinin olduğu bir ülkede, “böyle
muhalefete böyle iktidar!” denir
ancak…
Erdoğan, dini üst kimlik yapmak
isterken bu yolda yalnız da
değildir. Bunu yapabilmek için
anayasanın 66. maddesindeki
yurttaşlık tanımını değiştirmesi
gerekir. Onu değiştirmek
isteyenlerin başında da Öcalan,
DEM Parti ve HÜDA PAR var.
Öcalan açılımını başlatan Bahçeli
de 180 derece dönüşünden sonra
bu grubun içindedir ve daha
önce yazdığım gibi anayasayı
değiştirmek için TBMM’de
gereken yeter sayıyı bulmalarına
14-15 milletvekili oyu kalmıştır.
Laiklik ise anayasada yazsa da
hançerlenmekten delik deşik hale
gelmiş durumda. İlk dört maddeye
dokunamasalar da zaten laiklik
uygulamada yok farz edildiğinden
ve başka maddelerle içi
boşatıldığından Cumhur İttifakı ve
bileşenleri açısından bu engel
oluşturmuyor.
TUTUNACAK DAL LAİK CUMHURİYETTİR!
TBMM’de bu gidişata dur diyecek
yeterli bir güç de yok. Üstelik
Türkiye’deki üst kimliği tartışmaya
açanlardan biri de TBMM’ye yeni
başkanvekili seçilen CHP Ankara
Milletvekili Alınmış Bingöl. Mart
ayında TV100’de katıldığı bir
programda anayasadaki “Türklük”
tanımına karşı görüşleri savunduğu
video sosyal medyada dolaşıp
duruyor.
Oysa hem CHP’nin hem
de Türkiye Cumhuriyeti’nin
kurucusu Atatürk’ün “Vatandaş
İçin Medeni Bilgiler” kitabındaki
millet tanımı çok net: “Türkiye
Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye
halkına Türk milleti denir.” Bu
tanım, herhangi bir dini ve ırkçı
anlam taşımadan halkı birbirine
bağlar, üst kimlik de budur.
Belli ki Anayasa
Mahkemesi’nin Hayat olabilir kararını
bir buçuk yıldır bekleten Numan
Kurtulmuş’un yapmadığını yapıp,
anayasa hükmü gereğince kararı
Meclis’te okutan Gülizar Biçer
Karaca gibi Atatürkçü bir TBMM
başkanvekili yerine açılıma uygun
bir başkanvekili seçilmiş.
Türkiye, hiçbir şeyin rastlantısal
olmadığı, emperyalizmin
dayattığı Büyük Ortadoğu
Projesi’nin tüm Ortadoğu’da
olduğu gibi burada da ulus
devleti hedeflediği çok kaygan bir
düzlemde…