Türkiye’de üzerine
en çok tartışılan
konulardan biri “idari
vesayet”tir. İdari
vesayeti, yerel (yönetim)
özerkliğin(in) ve çağdaş
yerel yönetim anlayışının
karşıtı bir kavram/ilke
olarak nitelendirme
yaygındır. Bu kabul hem
içeriden hem de dışarıdan
destek bulmuştur.
Yıllar boyunca Avrupa
Konseyi’nin, Avrupa
Birliği’nin, Birleşmiş
Milletler’in ve Dünya
Bankası’nın farklı
metinlerinde Türkiye’nin
aşırı merkeziyetçi bir
yönetim yapısına örnek
teşkil ettiği ve anayasal
ilke olan idari vesayetin
bunun nedeni olduğu
ileri sürülmüştür. İçeride
de iktidar ve muhalefet
sözcüleri idari vesayetin
anayasadan çıkarılması
gerektiğini zaman zaman
dile getirmişlerdir.
Yakın zamanda “terör”
ve “yolsuzluk” gibi
gerekçelerle merkezi
yönetim tarafından
geçici olarak görevden
uzaklaştırma ve
kamuoyunda “kayyum
atamaları” diye
adlandırılan belediye
başkanı görevlendirmeleri
tartışmayı daha da
derinleştirmiştir. Siyasi
saiklerle merkezi
yönetimin içişleri bakanı
veya valiler aracılığıyla
gerçekleştirdiği bu
uygulamalar ağır vesayet
uygulamaları olarak
eleştirilerden nasibini
almaktadır.
İDARİ VESAYET İLKESİNİN NİTELİĞİ
İdari vesayet ilkesi,
üniter ve bölgeli
devletlerde merkezi
yönetim ile yerinden
yönetim kuruluşları
arasında ilişkiyi sağlayan
temel bir ilkedir. Türkiye
gibi üniter devletlerde
idari vesayet, idarenin
bütünlüğünü sağlama
işlevini görür. Türkiye’de
çoğunlukla merkezi
yönetimin yer yönünden
(yerel yönetimler) ve
hizmet yönünden (örn.
üniversiteler, KİT’ler,
düzenleyici ve denetleyici
kurumlar, kalkınma
ajansları) yerinden
yönetim üzerinde hukuka
uygunluk ve yerindelik
denetimi şeklinde sahip
olduğu denetim yetkisi
olarak değerlendirilse
de idari vesayet yalnızca
bir denetim yetkisi değil
merkezi yönetim ile ayrı
kamu tüzel kişiliğini
haiz yerinden yönetim
kuruluşları arasındaki
bağlantıyı sağlayan
bir ilkedir. Anayasaya
ve kanuna dayanmak
zorunda olan vesayet
yetkileri, dar yoruma tabi
tutulur. Hiyerarşi gibi
genel bir yetki değildir.
YERİNDELİK DENETİMİNE DÖNÜŞEBİLME
İdari vesayet, “Mahalli
İdareler” başlıklı 127.
maddede düzenlenmiştir.
Bu maddede idarenin
bütünlüğünden ve kamu
görevlerinde birlikten
bahsedilmekle birlikte
“mahalli ihtiyaçların
gereği gibi karşılanması”
ve “toplum yararının
korunması” gibi ucu açık
yetkiler merkezi yönetime
verilmiştir. Buna ek olarak
aynı maddede görevleri
ile ilgili bir suç sebebi ile
hakkında soruşturma veya
kovuşturma açılan yerel
yönetim organları veya
bu organların üyelerinin
içişleri bakanı tarafından
geçici olarak görevden
uzaklaştırabileceği
belirtilmiştir.
Belediye ve il özel
idaresi kanunlarında
bulunan “hizmetlerde
aksama durumunda”
ikame maddesi de
düşünüldüğünde bu
hükümlerin yerindelik
denetimine kapı araladığı
görülebilecektir.
İLKENİN VAZGEÇİLMEZLİĞİ
Tüm bu ağır
uygulamalara karşın idari
vesayetin anayasadan
çıkarılmasını önermek,
üniter devleti tartışmaya
açmak demektir. Ağır
vesayet uygulamalarını
bertaraf etmeyi ve idari
vesayeti salt hukuka
uygunluk düzlemine
çekmeyi düşünmeyip
yerel özerklik, yerel
demokrasi, yerelleşme
gibi söylemlerin
naifliğinde “idari vesayet
ilkesinin” kaldırılmasını
konuşmak Cumhuriyetin
teşkilatlanmasını, ülkenin
ve ulusun bütünlüğünü
tehlikeye atmak demektir.
DOÇ. DR. OZAN ZENGİN
ANKARA ÜNİVERSİTESİ SBF/MÜLKİYE