Zamanın göreliliği üzerinde çok
durulur. Kimi bunu teorik biçimiyle “izafiyet” üzerinden anlatır, kimi ise “sevdiklerimin yanında
uçup giden zaman” veya “istemediğim ortamlarda geçmek bilmiyor zaman” diye duygusal haliyle anlatır.
Bizim için ise sivil yaşamda koşuşma
içinde yetiştiremediğimiz programlarımız, yetiştiremediğimiz zaman…
Uzun süredir yönetici olarak yoğun
tempolu bir yaşam programı içinde
yaşarken neredeyse “zamanı tüketmeye, günü bitirmeye çalışıyoruz”
dediğimiz hale geldik cezaevinde!
Zamanla mücadelemiz üzerine düşünürken biraz da bunun üzerinde
durma fırsatım oldu. Cezaevinin tek
güzel yanı istemediğiniz kadar okuma fırsatınızın olması…
Öğrenciliğimden bu yana David
Harvey çok ilgimi çeker. Okumalarımın içinde de önemli bir yer tutar.
Fordist üretim tekniklerinin “post
fordist” üretime dönmesiyle modernist dönemin postmodern zamanlara terk edilişini lisans eğitiminden bu yana dikkatle incelemeye çalışırdık. Postmodern mekân oluşumu, postmodern mimarlık yüksek lisans döneminin önemli araştırma konuları arasındaydı. Zamanla değişen
her şeyden bahsediliyordu. Postmodern sanat, sinema ve müzik, değişimin özünü anlatan birçok argümandan bazılarıydı.
YAŞAM BİÇİMLERİ, MEKÂN BİLİMLERİ…
Bunların cezaevi ile bir ilgisi yok
diyebilirsiniz ancak burada zamanın
üzerine düşününce postmodern dönemin getirdiği en önemli argümanı hatırlama, doktora günlerine dönme ve okuma fırsatı bulmuş oldum:
“Zaman-mekân sıkışması.” İnsanlık
tarihi boyunca gelişme indeksleri ve
yenilikçi-buluşlar bazlı ilerleme eğilimleri dikkate alındığında, son 30-
40 yılda belki önceki yüzyıllar boyunca katedilemeyen mesafenin geçildiği bir dönem yaşadı insanoğlu…
Bizlerin yaşamımızda tanıklık ettiğimiz bu eşsiz dönem belki de daha
önce 200-300 yılda olabilecek yeniliklerin, buluş ve icatların 30-40 yılda büyük bir hızla yaşanması anlamına da geliyor. Bu hızlı gelişmelerin
hemen tamamının kentsel mekânda
yaşandığını ve mekânın biçimini, örgütlenmesini ve dolayısıyla kentsel
yapı ve sistemleri derinlemesine etkilediği bu olağanüstü dönemde birçok gelişmenin zamanda sıkışması
gibi mekânın da sıkıştığı, mimarlığın
da, kentsel yaşamın da değiştiği, sosyal yaşamın evriminin hızlandığı alışılmadık dönemler yaşadık. Harvey,
zaman-mekân sıkışması ile bunun
üretim biçimlerinden, teknolojik gelişme ve argümanlara kadar etkisini
tartışırken, sanattan, mimarlığa, alışverişten, imaj oluşumuna, pazarlamadan, yaşam biçimlerine kadar yarattığı değişimi çarpıcı biçimde bilim
alanının önüne koyuyor. Yalnızca
sosyal bilimleri değil, mekân bilimlerini de derinden etkiliyordu.
KALEM, KÂĞIT VE AKIL
Bunları benden çok daha iyi anlatan/anlatabilecek üstadlar varken
cezaevi koşullarında ukalalık yapıp
bunları anlatmak istemem. Aksine
bunların üzerinde düşünürken burada bulunduğum koşulları değerlendirmeye çalıştım. Ne mi demek istiyorum? Çok basitçe anlatayım. Burada cep telefonu yok. Haftada tanımlanmış 10 dakika için ankesörlü telefon ile bir görüşme yapma şansı var.
Burada internet yok! Sosyal medya erişimi ve izleme olanağı yok. Burada bilgisayar, tablet gibi teknolojik olanaklar yok. Yazmak için daktilo dahi yok! Yine burada kredi kartı
yok. Hatta para, alışveriş bile dolaylı olarak var. Yani hesabınıza yatırılmış sınırlı harcama limiti olan (haftada 3500 TL) paradan bir tablo ile size verilen liste içinden yapabileceğiniz seçimler ile haftanın bir günü size gelebilen kantin alışverişi dışında
alışveriş de yok. Tüketim toplumunun şikâyet ettiğimiz aşırı doz/gerekli-gereksiz alışverişleri de yok. Giyeceklerimizin bile limiti var. 3 gömlek, 3 pantolon vb.; fazlası yanınızda
bulunamaz… Aileniz eskisini alıp yenisini getirebilir görüş zamanı! Öyle
istediğiniz an, istediğiniz şeylere erişim şansı da yok!
Niyetim “yok”ları saymak değil.
Cezaevi koşullarındaki zamana uyumu ele almak. Aslında 1970’li ve
80’li yılların olanakları içinde yürüyen bir yaşam var burada…
İçinde bulunduğumuz teknolojik
olanaksızlıklar bize araştırma için
dahi interneti kullanma şansı vermiyor. Yani yazabilmek için, araştırma
şansınız da yok. Kitap da bir-iki hafta içinde size gelebildiğinde kullanabileceğiniz bir lüks. Yani yazabilmek
için kalem-kâğıt ve aklınızla başbaşasınız.
YILMADAN ÜRETİYORUZ
Bu şartlarda bizler burada oturup
yoğun biçimde çalışma derdindeyiz.
Yazıyoruz, çiziyoruz. Ülkemizin geleceğine dair programlar üretmeye çabalıyoruz. 20-30 yıl sonrası kentlerimiz nasıl olmalı, hangi şehircilik politikalarını uygulamalıyız, afetlerle
nasıl etkin mücadele edebiliriz. Yerel yönetim (kamu yönetimi reformu
unsurları nasıl olur) barınma,, konut
sorunu ve çözümü için sosyal konut
krizleri, sosyal konut üretimi nasıl
olur? Devlet Planlama Teşkilatı nasıl ayağa kaldırılı? İmar ve yapı mevzuatı nasıl yenilenir? TSK asli görevine nasıl döner? Emlak Kredi Bankası bir kredi-finans yönetimi sisteminin daha iyisi nasıl kurulur ve evini
güçlendirmek isteyenlere ne olanaklar sağlanır? Yoksulluk, kent yoksulluğu, derin yoksulluk nasıl minimize
edilir? Hangi sosyal politikalar ile dezavantajlı toplum kesimleri için eşitleyici politikalar uygulanabilir?
Kamu-özel işbirliği projelerinin yıkıcı etkisi nasıl azaltılır veya kamu
kaynaklarını sömüren bu sistemin
yıkıcı etkilerine nasıl son verilir?
Eğitim-sağlık politikalarındaki özelleştirme politikaları ve yarattığı ağır
tahribat hangi kamucu politikalar ile
fırsat eşitliği yaratacak bir hale getirilir Parası olanın erişebildiği eğitim,
sağlık hizmetleri herkesin eşit ve sorunsuzca erişebileceği bir hak olarak
sosyal devletin temel sorumluluğu
haline nasıl gelir?
Emeklilik sistemi, çalışma yaşamına kadar birçok açıdan genişletebileceğim, ulaştırmadan, altyapı yatırımlarına kadar eklentiler yapabileceğim
konularda üretmeye, yazmaya, sistem kurmaya dair yazıyoruz, üretiyoruz… İnançla, kararlılıkla. Düşüncelerimize de pranga vuracak değiller ya!
ZAMANI AŞMAK…
Tüm bu üretimlerle 30 sene sonrasının müreffeh Türkiye’sini, zengin
insanlarımızı, mutlu gençlerimizi,
huzurlu emeklilerimizi nasıl oluşturabileceğimizi 30-40 sene önceki teknolojik olanaklarla, sıkıştığımız “beton kafes” içerisinde yapmaya çalışıyoruz. Çok ironik geliyor bana, sizlere de geliyor mu bilemiyorum…
Biraz daha ileri giderek şöyle şeyler de düşünüyorum. “Zamanın
mekân sıkışması” üzerinden olağanüstü tarifler yaparken ben Silivri 9 no’lu cezaevinden “Mekânın içine sıkışmış bir zamandan” bahsediyorum. Buraya sıkışmış o imkansızlıklar, o “geçmeyen zaman” o “öldürülmeye çalışılan zaman” içinde
bizler geleceğe dair aydınlık planlar
yapmaya çalışıyoruz. Bu ülkenin geleceğine, aydınlığına ve eşsizliğine
inanan yurtseverler olarak mazeret
üretmeden geleceğe dair düşünmeye, üretmeye dair çabamızla “zamanı aşıyor”, mekânın içine sıkışmış
zamanı da özgürleştirmeye çalışıyorum. Tertemiz, mis gibi bir Türkiye
sabahına uyanabilmek için zamanmekân tanımıyoruz!
İnançla, sabırla, kararlılıkla ve bitmeyen bir Türkiye sevgisiyle..
DOÇ. DR. BUĞRA GÖKCE
İSTANBUL PLANLAMA AJANSI BAŞKANI, ŞEHİR PLANCISI
SİLİVRİ