Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında Türkiye, Mondros Mütarekesi imzalandığı sırada işgale uğramamış olan, dolayısıyla Misakı Milli sınırlarına dahil olan Musul’u talep ettiğinde İngiltere, Türkiye’nin içinde yeni yangınlar çıkarma yoluna gitmiş ve önce Hakkâri’de Nasturi isyanı, sonra da Güneydoğu Anadolu’da Şeyh Sait isyanını çıkarmıştı. Genç Cumhuriyet yıllarca dış güçlerin desteklediği
ayrılıkçılık hareketleriyle uğraşmak zorunda kalacaktı. Bu nedenle Atatürk hem bölgeyi yabancı tesirinden uzak tutmak hem de ayrılıkçı hareketlerin önüne geçmek amacıyla İran dahil, bölge ülkeleriyle
iyi ilişkiler kurma yoluna gitti. Atatürk, bölge ülkelerinden birinde başlayan ayrılıkçı hareketin Türkiye’ye etkisinin de olumsuz olacağını görüyordu. Bu nedenle monarşi (hükümdarlık) yönetimini devirip
cumhuriyeti kuran devrimci Türkiye, şahlık yönetimindeki İran’la yakınlaşmakta bir sakınca görmemişti. Atatürk, sistemleri ve siyasi rejimleri çok farklı olan ülkelerle karşılıklı çıkar ve güven temelinde iyi
ilişki kurma konusunda da usta olduğunu gösteriyordu.
İşte o dönemde Atatürk’ün bölge ülkeleriyle birleşip engellemeye çalıştığı sakıncalar, 1990’lardan itibaren gerçekleşmeye başladı. Önce Körfez Savaşı ve Irak Savaşı’yla Irak fiilen bölündü. Basınımız, ABD basınının izinden giderek Irak Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin’den, kahvede pişpirik arkadaşına sesleniyormuşçasına “Saddam” demeye başladı. Irak’ta ABD ve İsrail’in istediği şekilde devlet çökerken düğün bayram etti.
Musul ve Kerkük’ü geri alabileceğimiz iddia edildi. Neleri aldığımız ortada. Sonra güneyimizde özellikle Beşşar Esad’dan itibaren iyi ilişki geliştirdiğimiz Suriye’ye sıra geldi. Bizde Halep nostaljisi pompalandı ve bölgede ağırlığımızın arttığı söylendi. Suriye’de Baas yönetiminin çöküşüyle kuzeyde Kürt devleti oluşumunun güçleneceği, bu çöküşün en çok İsrail’in işine yarayacağı, zaten belliydi. Şimdi daha da net anlaşıldı.
Son olarak İsrail, ABD’nin somut desteğini alarak İran’a yükleniyor. Olur da İran dağılırsa bunun Türkiye’yi altüst edeceğini öngörmek için kâhin olmaya gerek yok. Ama hâlâ bizde bazıları “Güney Azerbaycan”dan bahsediyor (ABD, oraları bize vermeye çok meraklı ya (!)). Kimileri de İran’daki mollalardan bahsedip İsrail ve ABD’nin planlarını önemsiz gösteriyor. Oysaki mesele, komşu evdeki rejim değil. Mesele, mahalleye dalan eşkıyanın yarın senin de evine girmesi tehlikesidir. O nedenle hiç dolduruşa gelmememiz gereken bir dönemdeyiz.
Ukrayna da kaygılı İsrail’in ABD desteğiyle başlattığı bu saldırı hem İsrail hem de ABD ile iyi ilişkileri olan Ukrayna’da kaygıya neden oldu. Gerçi İran’ın Rusya’ya Ukrayna’yı işgalde silah
desteği vermesi nedeniyle pek çok kişi İran’ın zorda kalmasından memnun. Ne var ki bu savaş, Ukrayna yönetimini ve yönetime yakın kesimleri iki nedenle kaygılandırıyor.
Birincisi, ABD’nin daha önceden Ukrayna’ya tahsis etme kararı aldığı hava savunma sistemlerini Ortadoğu’ya göndermesi. Ukrayna artık kendisini, Rusya karşısında çok daha savunmasız hissediyor. İkincisi, Ortadoğu’da savaşın başlamasıyla bilikte Ukrayna konusunun dünya gündeminden düşecek olması. Üçüncüsüyse Ortadoğu’da savaş nedeniyle petrol fiyatlarının fırlaması ve bundan dünyanın en büyük petrol ihracatçılarından biri olan Rusya’nın yararlanacak olması. Ukrayna yönetimi, ekonomisinde durgunluk olursa Rusya’nın uzun süreli savaşı yürütemeyeceğini hesaplıyordu. Ortadoğu’daki savaş, bu etkeni boşa çıkaracakmış gibi görünüyor. Rus resmi basını da tam da bu sebeplerden ötürü bayram ediyor. Ne var ki İran’ın kolunu kanadını kıracak bir savaş, Rusya için de
olumsuz olur. Bakalım bölgemizdeki pandora kutusu nasıl kapanacak